KINA AĞITLARI

KINA AĞITLARI


Kültür değerlerimizin en önemli kısımlarından birini teşkil eden ve halk kültürünün pek çok unsurunun bir araya getirildiği düğün törenleri, insan hayatında dönüm noktası olan sosyal olaylarının başında gelir. Bu törenler içindeki kimi uygulamalar, yani gelenek-görenek ve adetler, yörelere göre değişiklik göstermektedir. Düğün törenleri içinde yer alan ve gelinin baba evinde kalacağı son gece yapılan geleneksel uygulamalardan en önemlisi ise hiç şüphesiz “Kına Gecesi”dir. Kına gecesi çeşitli halk kültürü unsurlarından oluşmakla birlikte, bu gecede en çarpıcı uygulama ağıtlarla birlikte yakılan kınadır. Bu nedenle; hüzünlü, yanık bir ezgi ile söylenen, lirik özellikteki “Kına Ağıtları” ayrı bir önem arz etmektedir. Çünkü, düğünlerimizin tüm ağırlığı ve duygu yoğunluğu bu gecedeki kına yakma ve bu sırada gelini ağlatmak için söylenen ağıtlarla yaşanmaktadır.

Bildiri konumuz “Kına Ağıtları”na geçmeden önce, kına ve kına gecesi geleneği hakkında kısa bilgi vermenin yararlı olacağını düşüncesiyle, ilk olarak bu konuyu açıklamak istiyorum. Tarihi gelişimi antik devirlere kadar uzanan kına; eski Mısır, eski Yunan, Roma ve Ortaçağ’da boya ve ilaç olarak kullanılmıştır. Gerek Avrupa’da, gerekse İslam dünyasında çok bilinen bu madde, Hindistan’daki Müslümanlar arasında da kullanılmıştır. Türk tıp tarihinde de kınanın çok önemli bir yeri vardır. Eski Türkler kınayı, veba hastalığına karşı ve boya maddesi olarak kullanmıştır. 15.-19. yüzyıllar arasında; balgam, baş ağrısı, nezle, göz ağrısı, çocuklarda çiçeğe karşı ve de ateşli hastalıklarda kullanılan kına, bazı saray ve attariye defterlerinde baş köşeyi işgal etmiştir. Kuzey Afrika, Hindistan, Pakistan ve Seylan’da yetişen kınaya; Latince’de “Lawsonia İnermis”[1] , Arapça’da “Hınna”, Divan Edebiyatı’nda “Hana” veya “Hınna”, Batı dillerine de Arapça’dan geçerek, Fransızca’da “Henné”, Almanca’da “Henna”, İtalyanca’da “Henné”[2] , İngilizce’de ise “Henna”[3] denilmektedir. Kınanın Azerbaycan Türkçesindeki karşılığı “H>ına” , Başkurt Türkçesinde “Kına (buyavı)”, Kazak Türkçesinde “Kına”, Kırgız Türkçesinde “H>ına”, Özbek Türkçesinde “H>ınä”, Tatar Türkçesinde “Kına (buyavı)”, Türkmen Türkçesinde “H>ina”, Rusça’da “H>ına”[4] dır.

Türk-İslam geleneğinde; hem sağlık, hem güzellik, hem de törensel açıdan özel bir yeri olan ve Dede Korkut Hikayelerinde de sözü edilen kına, Türk inanç sisteminde adanmış olmanın da işaretidir. Bunun içindir ki; “vatana kurban olsun” diye asker adayına, “Allâh’a kurban olsun” diye kurbanlık koçlara, “eşine kurban olsun” diye geline kına yakılır. Anadolu’nun her tarafında yaygın olan kına yakma geleneği, Anadolu dışındaki Türklerden; başta Kıbrıs Türkleri[5] olmak üzere, Bulgaristan Türkleri, Gagauz Türkleri ve Karay Türkleri ile Azerbaycan Türklerinde de vardır[6].

Türkiye’nin çeşitli yörelerinde birbirine yakın adlar verilen bu geceye, Bursa’da “el kınası”, “has kınası”, Malatya’da “gelini kınaya çekme”, Muğla’da “kına düğünü”, Uluborlu’da “kına basma”, Ünye’de “baş bağlama”[7], Taşeli’de “gelin okşama”[8], Emirdağ’da “kızbaşı”[9], yaygın olarak da “kına gecesi” gibi adlar verilmekte; Türkiye dışındaki Türklerden Azerbaycan Türklerinde “kına yaktı gecesi”[10], Romanya’nın Dobruca bölgesinde yaşayan Tatar Türklerinde ise “kına toyu”[11] denilmektedir.

Bu noktada, geline yakılacak kınanın hazırlanışı hakkında kısaca bilgi verelim. Anadolu’da, oğlan evi tarafından alınmış kuru kına, oğlan evinde toplanan kadınlar tarafından kız evine götürülür. Kına, gümüş veya bakır bir tas içinde “başı bütün” yani “başından ayrılık geçmemiş” bir kadın tarafından yakılır. Hem bereket dileği hem de kına yakılan kişiye baht açıklığı sağlamak amacıyla, gelinin sağ avucuna bozuk para veya altın konulur. Yakılan kınanın; sıvama, yüksük, burmalı, kedi pençesi, dilber dudağı, kuş gözü ve iplik kınası olmak üzere çeşitleri vardır. Kına, genellikle gelinin eline yakılmakla beraber; Erzincan’da gelinin eline ve ayak parmaklarına[12], Güney Anadolu (Çukurova, Kenzin) yayla düğünlerinde ise, gelinin boynunun kütüğüne, yani ensesine de bir sıkım kına yakılır[13].

Kına yakma geleneğinin tarihi gelişimi ve bu geleneğe Türkiye’nin çeşitli yörelerinde ve bazı Türk boyları arasında verilen adlar hakkındaki açıklamalardan sonra, kına yakma sırasında söylenen ağıtlara bakalım. Kına gecesinde söylenen kına ağıtları, tıpkı ölüm ağıtları gibi belli bir tören unsuru taşıyan ağıtlardır. Bu ağıtlarda ölüm ağıtlarında olduğu gibi ferdi ağıtlara rastlanmaz. Kına ağıtlarının hepsi anonimdir. Yalnızca kadınlar tarafından, gelin kıza kına yakılırken ve genellikle sazsız, çalgısız söylenir. Kına ağıtları hiçbir zaman para karşılığı söylenmez[14]. Kına gecesinde gelin kız mutlaka ağlar. Eğer ağlamazsa “kocada gönlü var” şeklinde yorumlanır ve ayıplanır. Kına ağıtları farklı temalara yer vermekle birlikte, bu ağıtlarda ağırlıklı tema ayrılık ve gurbettir. Yine bu ağıtların oluşumunda yöre coğrafi özelliklerinin ağıtı yakanlar tarafından kullanılması söz konusudur. Kına ağıtlarını oluştururken yöre bitki örtüsü ile yöredeki evcil ve yabani hayvanlardan çok sık bahsedilmesi oldukça dikkat çekicidir. Bolu’da söylenen bir kına ağıdında yöredeki ağaçlardan şöyle söz edilir:

Dağdan keserler meşeyi,
Hani bu kızın döşeği,
Gelinim kınan gutlu olsun,
Orda dirliğin bol olsun.

Dağdan keserler gürgeni,
Hani bu kızın yorganı,
Gelinim kınan al olsun,
Burda dirliğin bol olsun[15].

Çam ağaçları ve bal üretiminin yoğun olduğu Muğla yöresine ait bir kına ağıtında ise, benzer ifadelere rastlıyoruz.

Ben balı pekmez sanırdım,
Çanaktan almaz sanırdım,
Anadan babadan ayrılan kızı,
El yüzüne bakmaz sanırdım.

A gelin, a gardeş kınan kutlu olsun,
Güveyin yanında sözün tatlı olsun,

Çam budağı eğilip gelir,
Kız oğlana dönüp gelir,
Al duvağı sürükledikçe,
Güvey atla koşup gelir,

A gelin, a gardeş kınan kutlu olsun,
Güveyin yanında sözün tatlı olsun[16].

Gelin olacak kız için baba evinden ayrıldıktan sonra gidilen her yer, mesafe ne olursa olsun, artık “gurbet”tir. Bu nedenle, kına ağıtlarında çok yoğun olarak “ayrılık” ve “gurbet” teması işlenir. Ordu’dan derlenen bir kına ağıdında bu durum şöyle dile getirilmektedir :

Sazaklara ev yapma anam o batar gider,
Uzaklara kız verme anam o yiter gider,
El kadarcık ekmeğin anam o bana yeter.


Burada uzaklara kız vermek, sazaklara, yani bataklığa ev yapmaya benzetilmekte, ikisi arasında fark olmadığı, kısa sürede ikisinin de yok olacağı belirtilmektedir[17]. Benzer sözlere Erzincan’da söylenen bir kına ağıtında da rastlıyoruz.

Çamura taş atma batar da gider,
Irağa kız verme yiter de gider[18].


Kazak Türkleri’nde ise; gelinin çok sevdiği yakınları ve akrabalarıyla vedalaşırken, tam evden ayrılacakken söylediği şarkılara “Sınsu” adı verilir. Söyleniş zamanı bakımından Anadolu’dan farklı olsa da, “gurbet” temasını işleyen ve Kazak kadınının acı kaderini dile getiren, aşağıdaki çok tesirli ve gerçekçi ifadeleri, Anadolu’da söylenilen “Kına Ağıtları”ndan ayırmak hemen hemen imkansızdır.

Kara suya kaz varır,
Anasından ayrılıp kız varır,
Kara suya kan döksen akıp gider,
Yabancıya kız versen,alır gider[19].


Veya:

Ak attan boz ata indim baba,
Her şeyin ben olsam da gittim baba,
Dokuz katlı saray gibi evimizden,
Bir başımla sığamadım gittim baba[20].

Trabzon’dan derlenen bir kına ağıtında ise;

Gelin ağlar yaşlı yaşlı,
Gitmem diye sallar başı,
Ağlama gelin ağlama,
Sen gider gene gelirsin,
Bir iken iki olursun,
Dertlerini unutursun,
Ağlama gelin ağlama[21].


sözlerinde ki “Bir iken iki olursun, dertlerini unutursun” dizeleriyle, gelin olan kızın çocuk sahibi olduğunda artık onunla meşgul olacağı ve gurbeti düşünmeye fırsatının dahi olmayacağı vurgulanarak, teselli edilmektedir.

Kimi kına ağıtlarında gelin kızın ağzından anne ve babasına sitem vardır. Kayseri Sarıoğlan’dan derlenen bir kına ağıtında, bu sitem;

Kapınızda kulp muyudum?
Pecenizde ot muyudum?
Bu yıllıkta dursayıdım,
Üstünüze yük müyüdüm? [22]

şeklinde söylenirken, Boyabat yöresinde önce babaya,

Beni uzaklara attın babam,
Artık evinde rahat yaşa babam,
Bir köşene ay doğsun babam,
Bir köşene gün doğsun babam,
Kolum kapıdan mı çıktıydı babam,
Başım bacadan mı çıktıydı babam.


hemen ardından da anneye sitem edilirken ve ayrıca gelin olan kızın karşılaşabileceği güçlükler, duyabileceği kötü sözler ve de yeni bir yaşama alışmanın getireceği zorluklar dile getirilmektedir:

Ah anam anam; beni düşünmeyen anam,
Tekneden ekmeğin tükenmesin anam,
Oluğundan suyun eksilmesin anam,
Ağır yürürsem tembel derler anam,
Hızlı yürürsem deli derler anam,
El evine ben nasıl uyayım anam.[23]

Adana’nın Kadirli ilçesinden derlenen bir kına ağıtında; baba evinden ayrılmanın zorluğu karşısında hem anaya serzeniş, hem emmilerine (amcalarına) beddua, hem de babaya yakarış vardır:

Ana gızın çok muyudu,
Bir kız sana yük müyüdü,
Gırılası emmilerim,
Heç oğlunuz yok muyudu?

Baba gadanı alayım,
Sakalına tel olayım,
Gapında köle olayım,
Verme beni gurbet ele.[24]


Avşarlardan derlenen bir kına ağıtında ise, toplumumuzdaki gelin, görümce ilişkisi karşımıza çıkar. Evdeki kızın gelin olmasına, en çok, daha önce evlenmiş olan ağabeylerin eşlerinin sevineceği bir Avşar ağıtında şöyle dile getirilmiştir:

Baba ekinin bitti mi?
Kardeş ekmeğin arttı mı?
İşte koyup gidiyorum,
El kızı keyfin yetti mi?


Baba evinde kalan, geride bıraktığı ve özleyeceği her şeyi birer birer sayar:

Elimi yuduğum arklar,
Belimi verdiğim dutlar,
Onu da göresim gelir,
Yalladığım koca itler.

Yunak yuduğum taşlar,
Gölgelendi koc’ağaçlar,
Şu anama selam söylen,
Gökyüzünde uçan kuşlar.[25]


Antalya’nın Akseki ilçesinde söylenen bir kına ağıtında, geline anasının ağzından şu öğütlemeye yer verilmektedir.

Gittiğin yollar hep yokuş,
Seni göreyim kızım kaynanana yakış,
Eline yakışsın beklenen her iş,
Meleğim meleğim allı meleğim,
Düşmanımız çoktur seni göreyim.[26]

Kastamonu’nun Daday ilçesinde ise benzer öğütlere rastlanılmaktadır.

A gızım, pazardan aldım kına ile tarak,
Hanım da yavrum her huyunu ana evinde bırak,
Bırakmazsan yersin maşayla dayak.
A gızım, merdivenden aşağı inme,
Gayınnan, gayıntan da gücünü üzme,
Yadların karşısında salınıp gezme,
A gızım, hürmet ararsan (edersen) hürmet bulursun,
Hürmet iki baştadır, yavrum kadın olursan. [27]

Yörüklerden derlenen bir kına ağıtında, Yörük yaşamının temelini oluşturan konar, göçer yaşam tarzı gözler önüne serilir:

Kırat gelmiş gemin gever,
Boz lök çökmüş, çanın döğer,
Kız oturmuş duvak eğer,
Kız anam kınan kutlu olsun,
Söyle dillerin tatlı olsun.

Bu ağıtta bahsedilen “Kırat” gelinin binip gideceği attır; “boz lök (erkek deve)” de gelinin beraberinde götüreceği çeyiz eşyalarını taşır. Yörük ağıtının devamında ise, gelin gidince, Yörük obası ıssız kalacakmış gibi düşünülür.

Kız ananı kızsız kodun,
Ak halkeyi susuz kodun,
Bir obayı ıssız kodun,
Kız anam kınan kutlu olsun.
Söyle dillerin tatlı olsun.[28]

Sonuç olarak; kültür değerlerimizin önemli parçalarından birini teşkil eden ve yapılan bazı türkü tasniflerinde “Tören Türküleri” içinde yer alarak, “Düğün Türküleri” içinde değerlendirilen ve “Kına Türküleri” olarak adlandırılan “Kına Ağıtları”nın, temel yakılış sebebi ayrılık olan “Ağıt” kavramı çerçevesinde değerlendirilerek, bu konuda Türk Dünyası coğrafyasını da kapsayacak şekilde, mukayeseli ve daha geniş bir çalışma yapılmalıdır.

Dr. Ömer Faruk YALDIZKAYA
Share on Google Plus

About topakev

This is a short description in the author block about the author. You edit it by entering text in the "Biographical Info" field in the user admin panel.
    Blogger Comment

0 yorum: